Ankara, Kızılcahamam ilçesine bağlı Ankara-Çerkeş karayolu üzerinde, sırtını "ÇEYİL" meşeliğine dayamış, sol tarafında heybetli Işık Dağı, sağ tarafında Büyük Asar dağı bulunan, suyu; kuzpınar, hambarkaya ve arduçtan gelen; asırlık "TEKNE ÇAMI" ile kökleri Orta Asyaya dayanan, ayrıldığında insanın içine bir burukluk ve ateş düşüren, o tadına doyulmaz Gövel Suyu olan bir "ANADOLU KÖYÜ'DÜR."
Köyümüzü; hiç görmeyen, bilmeyen, kimseyi tanımayan, bir köyünün olduğunun farkında olmayan, biz kimlerdeniz, kimlerle akrabayız gibi şeyleri bilmeyen köye gelsin.
Arefe günleri ve Cenazelerde muhakkak gayret gösterip köye gelmeye çalışalım.
Bayram günleri de köye gelelim, akraba, komşu, hısım kavim ziyareti ile kabristan ziyareti yapıp dönelim olur mu.? olur.



29 Kasım 2010 Pazartesi

KÖYÜMÜZÜN GEÇMİŞTE YAŞAMIŞ ALİMLERİ

*Gücükoğlu Hüseyin Hoca: ”Kitapsız Hoca (Yaptığı vaazlarda, sorulan sorulara verdiği cevaplar ve hallettiği meselelerde kitaba bakma ihtiyacı hissetmediği için Kitapsız Hoca olarak anılır. )” Kızılcahamam’ın Yukarı Kise köyünde doğdu. Genç yaşında İstanbul’a giderek medrese tahsilini tamamlayıp icazet diplomasını aldı ve köyüne döndü. Hemen bir yandan öğrenci yetiştirmeye, bir yandan da vaazları ile irşad görevine başladı. Bu arada oğlu İsmail Hakkı’yı da okutarak hafız olmasını sağladı. Gündüzleri talebeleri ile, geceleri de ibadet ve dinî bilgiler okumakla meşgul olan, hassas yapısı ve derin imanı dolayısıyla sıksık ağlayan hoca, derin bilgisi, üstün hitabet gücü ve yüksek zekâsı ile kendini kabul ettirmiştir. Yaptığı vaazlarda, sorulan sorulara verdiği cevaplar ve hallettiği meselelerde kitaba bakma ihtiyacı hissetmediği için Kitapsız Hoca olarak anılır. Ilk evliliğini yaptığı kendi köyünden Çil Mehmet’in kızı Sırma Hanım vefat edince, Yusuf kızı Ayşe Hanım ile ikinci evliliğini yaptı. İlk evliliğinden dünyaya gelen dört çocuğundan olan Mehmet, Çanakkale savaşlarında şehit oldu. İkinci evliliğinden ise İsmail Hakkı, Emine ve Dilferiz isminde biri erkek ikisi de kız olmak üzere üç çocuğu oldu. Ömrü ilimle geçen Hüseyin Hoca, bir vaaz dönüşü, Aşağı Çanlı’da hastalanır. Vefatının yaklaştığını hissedip, Hatipoğlu Yusuf Ağa’ya; ”Köyüne dönemeyeceğini ölürse bu köye defnedilmesini, bir komşusuna olan 10 kuruş borcunun ödenmesini, elbise ve emanetlerinin ailesine teslim edilmesini, eğer Cenab-ı Hakk nezdinde kabul edilmiş ise namaz ve oruç borcunun olmadığını ve devrinin çevrilmemesini” vasiyet eder ve bir süre sonra Aşağı Çanlı’da vefat eder. Temiz giyinip bu konuya önem veren, hiç dökülmeyen dişlerini devamlı misvakla yıkayan hocaefendinin elbise ve emanetleri, Yusuf Ağa tarafından eşine teslim edilir. Eşi de, hocanın mis gibi karanfil kokan elbiselerini yıkamadan yıllarca saklayıp, zaman zaman da çıkararak koklayıp ağlarmış.
*Hafız İsmail Hakkı Kılıç: (1902-1975) Gücükoğlu Hüseyin Hoca’nın (şimdiki Havuzhakkıgil), ikinci eşi Ayşe Hanım’dan 1902 de doğdu. Babasının disiplinli eğitimi altında hafız olarak köyündeki Odabaşıoğlu Medresesi (şimdiki odabaşlar sülalesi) ’nde ilk tahsiline başladı. Bir süre sonra hocası Halil Efendi (şimdiki Hocagil sülalesi) ’nin ölümü üzerine medresesi kapandığı için tahsilini yarım bırakmak mecburiyetinde kalır. Gençliğinde kendi köyü ve yakın köylerde imamlık yapıp, nerede olursa olsun şevkle çok sayıda talebe okutan İsmail Hakkı Efendi; oğlu Hüseyin Kılıç, İbrahim Alver ( şimdiki sancakcıgil sülalesinden) , Rafet Çakır, Şakir Kazan (şimdiki gövemligil sülalesinden), Hüseyin Ceylan, Osman Sarı ve Hafız Nadir gibi Ankara’ da görev yapmış bir çok din görevlisinin de hocası olarak ün yapmıştır. Ölümünden bir gün önce sanki öleceğini hissetmiş gibi talebelerini: ”Hastayım, yarın okula gelmeyin. Sizi okutamayacağım” diyerek evlerine gönderen Hoca, ertesi gün (11 Mayıs 1975) ikindi namazı için abdest aldığı sırada, hastalanarak namazını kılamadan yatağına girer, Kur’an okur ve ruhunu Allah’a teslim eder.
*Hafız Mehmet Altındal: (1883-1946) Aile lâkabı Müminoğulları olan Hafız Mehmet Altındal (şimdiki ahmatlar sülalesi) 1883 yılında Yukarı Kise (Kise-î Balâ) köyünde doğdu. Kur’an okumayı babasından öğrenmiş, hıfzını Hatipoğlu Durmuş Efendi’de tamamlayarak, köyündeki medresede Odabaşıoğlu Halil Efendi’de dinî ilimler tahsil etmiştir. Önceleri medreseden icazet alanlar askerlikten muaf olduğu için, askerliğini daha sonra (belki de 1912-1918 arası harp yıllarında) yaptı ve orduda subay olarak kalmayı kabul etmeyerek köyüne döndü. Kendi köyünde 24 yıl ve Y.Çanlı, Kavaközü, İybeler, Eğilli, Alveren ve Başköy’de imamlık yapıp, oğlu Süleyman Altındal, A. Osman Atakul ve Ali Aras’ı hafız olarak yetiştirmiştir. Vaazları ile de halkı irşad görevini yerine getiren hoca efendi, keskin bir zekâya sahip çok kuvvetli bir hafız olup, Kur’an okutmanın yasak olduğu tek parti döneminde: ”Kur’an kaybolsa noksansız yazarım” dediği aktarılıyor. Her iki türlü yazıyı da çok güzel yazabilen Hafız Mehmet Altındal 19. Temmuz.1946 da 63 yaşında iken Hakk’ın rahmetine kavuştu.
*Deli İmam (Durmuş efendi): Deli İmam’ın babası da Galata Mevlevi hanesi’nin ‘baş semazen' lerindendir. Kızılcahamam Yukarı Kise köylü olan deli İmam aslında iki kardeşe birden verilen bir lakap. Büyüğünün adı Mustafa, küçüğü ise Durmuş efendi. Bu iki kardeşten her ikisi de askerliklerini (Filistin cephesi) yaparken yüzbaşı rütbesine kadar yükselmişler ve bu rütbeden emekli olmuşlar. Büyüğü Mustafa, ilçede fazla tanınmaz. İlçe merkezinde hal yanındaki Deliimam çeşmesini Mustafa efendi yaptırmıştır. İkisinin de lakabı deli imam olduğu ve küçüğü daha popüler olduğu için, bu çeşmeyi Durmuş efendinin yaptırdığına inanılır. Menkıbeleri ile halkın dilinde olanı ise küçüğü yani Durmuş efendidir. Hafız Aliosman Atakul şöyle anlatır: O günlerde Çerkeş’te büyük kuraklık vardı. Çerkeş halkı, Onu yağmur duasına götürdüler. İnsan, hayvan ne varsa kırda toplanmıştı. Çocukları ve kuzuları analarından ayırdı. Hepimiz yağmur duasını okuduk, öğle namazını kıldık. Kavurucu bir sıcak vardı. Deli İmam duaya başladı “Ey Yüce Allah’ım! Bu Çerkeş’liler akıllıları çağırmışlar yağmur yağdıramamışlar, şimdi de benim gibi bir deliyi çağırdılar. Beni şu Çerkeş’lilere karşı utandırma, yağmurunu gönder” dedi. Gökyüzünde küçük bir yağmur izi yoktu. Birden şimşek çaktı. Pişirilen pilavları ve etleri yiyemeden gelen sağanak yağmurdan ayaklarımızı sıvayarak kaçtık. Hala o kazandaki bulgur pilavı burnumda tütüyor. Deli İmam Durmuş Efendi böyle bir kimseydi. Onun içten duası üzerine yağan yağmur eğer kerametse, bu kerameti ben şahsen gördüm. Birde meşhur bir hikayesi vardır: Şapka kanunu çıktıktan sonra, “şapka giymiyor” diye İstiklal Mahkemesi’ne çağırmışlar. Deli İmam’a mahkemede hâkimler sormuşlar. “Hoca Efendi, sen kimsin, ne yaparsın?” demişler. O da “Ben ekerim, biçerim, okurum, üflerim” demiş. Hâkimler “Ne okursun, bir hastamız var, hastamıza okuyuver bakalım” demişler. O da “Yok efendim, ben Kur’an’ı Kerim okurum” demiş. Hakimler “üflerim” diyorsun deyince, “Efendim ben Mevlevi tarikatına mensubum, güzel ney üflerim” demiş. (Deli İmam’ın babası da Galata Mevlevi hanesi’nin ‘baş semazeni’ imiş, Padişah 4. Murat zamanında saray müezzinlerindenmiş.) “Üfle bakalım neyini” deyince, neyini üflemeye başlamış. Hâkimler ney çalışını çok beğenmişler. Yeniden sormuşlar “Sen şapkayı giymem” demişsin, “neden giymiyorsun?” Deli İmam “Efendim ben şu kasket denen şeyi giymem, çünkü melekler bu kenarsız kasketten düşerler diye giyemem” demiş. ?Ama şu kenarı geniş olanlar var ya (foteri göstererek) onları giyerim” demiş. Hakimler bir foter vererek, giymesini istemişler, o da giymiş. Böylece mahkemeden yakayı kurtarmış.
*Ali Osman Atakul: Hafız Ali Osman Atakul, Kızılcahamam İlçesi’nin Yukarı Kese köyünde, 1931 yılında dünyaya geldi. Dedesinin ismi Osman, babasının ismi Ali idi. Ona, her ikisinin ismini birlikte verdiler, “ismi Ali Osman” olsun dediler. Annesi aynı köy halkından Cevriye Hanımdır. Ali Osman Atakul’un babası Ali Efendi, yakın köy Yukarı Çanlı köyünün köy bütçesinden maaşlı imam-hatibi idi. (SAĞ)


*Hasan Ali Aras   :
*Dursun Altundal :
*Şakir Kazan        : SAĞ